Hemşireliğin Sorunlarına Dair Sorular

Halen sorulacak pek çok soru olmakla birlikte, temel bazı soruları sorduğumuza ve bunlara cevaplar aradığımıza göre, bu cevapların nasıl çözüme dönüşebileceğini de irdelememiz gerekir.

İnsanı aynı gezegeni paylaştığı diğer canlılardan ayıran temel ayraçlardan birisi sorgulama yeteneğidir. Sorgulama yeteneğinin bilime dönüştüğü faaliyet alanı ise felsefedir. Felsefede soru sormak cevaplardan daha önemlidir. Bizi cevaplara götürecek olan yöntem soru sormaktır. Bu çıkarımı doğru kabul ettiğimizde ise “doğru cevaplara ulaşmanın yolunun; doğru soruları doğru yerlere sormaktan geçtiği” sonucuna ulaşırız.

Yaklaşık on yıllık bir hemşire olarak, kendime ve mesleğime ayırabilecek zaman bulabildiğim sınırlı zamanlarda hem birey olarak hem hemşirelik özelinde hem de birlikte iş ürettiğim (ki bu iş kabul edersiniz ki öyle çok da yabana atılır bir iş değil, insanların hayatına dokunmaktan söz ediyoruz) diğer ekip arkadaşlarımın önünde, kendimizin ve toplumun tamamının daha sağlıklı koşullarda hayat sürmesine mani olan pek çok düzeltilebilir engel olduğunu düşünmüşümdür. Dünya görüşü, mesleği, sorunlara ya da çözümlere bakış açısı her ne kadar farklı olsa da; etkileşim halinde olduğum ve aynı çalışma alanını paylaştığım bütün sağlık emekçileri de iş hayatlarında pek çok düzeltilebilir sorun olduğu konusunda benimle ortaklaşmışlardır. Daha da acısı çalışma alanında daha uzun süredir bulunan meslektaşlarımızın tecrübeleri bizlere göstermiştir ki, yıllardır temel problemler çözülmediği gibi her geçen gün bu problemlerin çözülmesi daha da zor hale getirilmiştir. Neresini düzeltmeye kalksanız bir başka yerde başka bir soruna neden olmak işten bile değil. Çalışma saatlerinden, özlük haklarımıza, mesleki saygınlığımızdan sağlıkta şiddete varana kadar yıllardır çözümsüzleştirilen ve çığ gibi büyüyen bir sorunlar demeti ile karşı karşıyayız. Özetlemek gerekirse insanların hayatlarına dokunurken pek çok sorunla ve haksızlıkla yüz yüze kalıyoruz, bu sorunlar bizlerin bireysel olarak yaşamlarını olumsuz etkilediği gibi topluma nitelikli bir sağlık hizmeti sunmamızın önüne engeller çıkarıyor.

Yapılan analizde bir sorun olmadığını düşünürsek (ki eğer sorunlu olduğunu düşündüğünüz kısımlar var ise bunlarla ilgili soruları yazının altına iliştirirseniz, birlikte doğru soruları ve cevaplarını daha iyi arayabiliriz), çözüm üretebilmek için bu analize uygun soruları sorabilmemiz gerekmekte. Bu yazı aracılığı ile ilk birkaç soruyu ben sorarak, bu sorulara cevap aramaya çalışacağım. İlk sorulması gereken soru ise meslek odaklı bir yazıda, mesleki olarak hangi konularda soru sorabileceğim olmalıdır. Bu soru özde mesleki sınırlılıklarımızı da ortaya koyması bakımından önemlidir. O zaman bu soru bizi hemşireliğin faaliyet alanına ve hedefine götürür ki, aslında varmaya uğraştığımız hedefte bu olmalıdır. Hemşirelik toplumun sağlığını korumayı ve yükseltmeyi hedefleyen bir meslek dalıdır. Sağlığın şu an kabul gören en yaygın tanımı bedenen, ruhen ve sosyal olarak tam bir iyilik halidir. Bu haliyle bir hemşire toplumun sağlığını bedenen, ruhen ya da sosyal olarak olumsuz etkileyen ya da bunu yükseltme olasılığı olan her konuda sorular sorabilir, sormalıdır. Bu bize mesleğimizin yüklediği bir ödevdir. Bir hemşirenin görevi bakımı altındaki hasta bireyin sağlığının korunması ve geliştirilmesi ile sınırlı kalmaz, toplumun sağlığını olumsuz etkileyen yoksulluk, savaş, doğanın talanı gibi pek çok konuda toplumun yararına soru sormayı ve çözüm önerisi getirmeyi kapsar.

Mesleki görev ve sınırlılıklarımız gösteriyor ki, hemşirelik diğer bütün meslekler gibi değerli ama pek çok mesleğe göre de geniş kapsamlı ve toplumun tamamını kapsayan, layıkıyla icra edileceği koşullar oluşturulabildiğinde de bütün topluma daha yaşanılabilir bir hayat sunma konusunda katkı sağlayabilecek mesleklerden birisidir. O halde bu aşamada sorulması gereken soru bu mesleğin layıkıyla icra edilebileceği koşullar nasıl oluşturulabilir? Bu sorunun cevabını ararken aslında bu ülkede genel olarak hemşirelik mesleğinin, mesleki görevlerini tam olarak yerine getiremediği gerçeğini kabul etmiş oluyoruz. Peki bunun önündeki engeller nedir? Bu engellerin pek çok kaynağı olmakla birlikte en temel üç etkenin eğitim sistemi, sağlık sistemi ve ücretlendirme sistemi olduğunu, bu üç sistemde yapılacak köklü düzeltmelerle önemli ölçüde bu sorunun aşılabileceği kanısındayım.

Eğitim sisteminde sadece meslek eğitimi değil, meslek öncesi eğitimin düzeltilmesi olmazsa olmaz bir önceliktir. Temel eğitimleri süresince, soru sorabilme yetisinden uzak, doğal bilimlerden önemli ölçüde nasibini almamış, bilimsel düşünme yöntemi geliştirilmemiş bireyler, sadece hemşirelik için değil, bütün meslekler için kendilerine verilen komutları yerine getirmekten öteye gidemeyen birer mesleki yazılıma sahip robot olabilirler. Bu haliyle yeterlilik belgesi verilen bir hemşire, mesleğin bazı uygulamalarında oldukça yetkin bir birey olsa bile yukarıda tanımlanan haliyle hemşirelik mesleğinin tam ve eksiksiz bir şekilde uygulayıcısı olamaz.

Bu ücretlerle, her gün bir öncekinden daha da fakir olduğumuz bir ülkede hemşirelik mesleği olması gerektiği gibi icra edilebilir mi? Elbette hayır. Bu sadece hemşirelik için değil, maalesef ki ücretli çalışılan mesleklerin çok çok büyük bir çoğunluğu içinde geçerli. Ancak bu aşamada sorulması gereken çok önemli bir soru daha var. Hemşireliğin tek başına ücretlerinde ve özlük haklarında yapılacak iyileştirmeler mesleğimizin hedeflerini gerçekleştirmekte bizlere yeterli olacak mı? Ben bu sorunun cevabının da hayır olduğunu düşünüyorum. Elbette çok daha iyi şartlarda yaşamak benim de istediğim bir şey olmakla beraber, bu soruya hayır cevabı vermemi gerekli kılan iki önemli gerçeklik var. Bunlardan birincisi sağlık hizmetlerinin icrası ile ilgili. Sağlığın bir ekip işi olduğunun bilinci ile, ekip içinde yaratılacak ayrıcalıklı bir sınıfın, tüm sağlık hizmetlerinin sunumunda yaşanan problemleri çözmeyeceği gibi ekip içinde iş barışını bozacağını ve çatışmaları artırarak hizmet sunumuna zarar vereceğini, Covid ödemesi adı ile sunulan ödemelerde hekim – hemşire- teknisyen ve personeller arasında yaşanan tartışmalarda tecrübe ettik. İkincisi ise yoksulluğun olduğu bir ülkede, fiziksel, ruhsal ve sosyal bir iyilik halinden bahsetmek olanaksız olur. Açlığın, yokluğun olduğu bir ülkede toplumun sağlığının istenen düzeyde olmasını beklemek, saf bir iyimserlikten öteye geçemez. Bu nedenle mesleğimizle ilgili taleplerimiz bireyci bir anlayıştan öte; bizi de kapsayacak şekilde toplumcu bir bakış açısına oturtmak bizler için bir zaruriyettir.

Sağlık sisteminin ticari olarak kurgulandığı, sağlık hizmet sunucularının birer tüccara, toplumun müşteriye dönüştürüldüğü, sağlık çalışanlarının maaş artı prim usulünde çalıştırıldığı, bunların doğal bir sonucu olarak sağlık pazarına kamunun cebinden sıcak para girdisini azaltacak olan koruyucu sağlık hizmetlerinin sıfırlandığı bir ortamda, gerekliliğine bakılmaksızın sağlık hizmet sunumunun talep ve arzında ciddi bir artış oldu. Bu aynı zamanda sağlık çalışanlarının iş yükünün artışı ve çalışma koşullarının ağırlaşmasıyla sonuçlandı (Bu arada sağlıkta dönüşümle birlikte bu yaşanacakları tahmin ederek o günden buna karşı halkın sağlığını korumayı önceleyen ve içinde Türk Hemşireler Derneği’nin de yer aldığı sağlık meslek örgütlerinin yöneticilerine teşekkür eder, o gün yükseltilen bu sese sesini eklemeyen sağlık çalışanlarına da Nazım Hikmet’in Akrep Gibisin Kardeşim şiirini okumasını öneririm). Dolayısı ile yoğun iş yükü, uzun çalışma saatleri, karlılığı arttırabilmek için uygulanan yoksulluk sınırının altında ücret politikaları gibi olumsuz koşullarda ne hemşirelerin ne de diğer sağlık mesleklerinin işini layıkıyla yapabilmesi elbette beklenemezdi. Toplumun sağlığını değil, hastaların cüzdanını önceleyen bir sağlık sistemi içinde hemşireliğinde diğer paydaşlarıyla beraber topluma eşit, ulaşılabilir, kamucu, koruyucu ve nitelikli bir sağlık hizmeti sunumu sınırlıdır.

Halen sorulacak pek çok soru olmakla birlikte, temel bazı soruları sorduğumuza ve bunlara cevaplar aradığımıza göre, bu cevapların nasıl çözüme dönüşebileceğini de irdelememiz gerekir. Mesleğimizi hakkıyla uygulamamızın önündeki sorunların temelinde sağlık sistemi, eğitim sistemi ve ücretlendirme sisteminde olduğunu; toplumun sağlığını yükseltme hedefimizin önünde yine bu sistemlere ek olarak güvenlik ve adalet sistemi, doğa ve çevre yıkımı gibi etkenler olduğunu vurguladığımıza göre, bunların cevabını ve çözümünü nerede bulacağımıza odaklanalım. Aslında tüm bu parçaların bizi götürdüğü tek bir nokta, varabileceğimiz tek bir tüm var. İçinde yaşadığımız ülkenin genel politikaları, yani ülkenin politikalarına yön verenler. Son dönemde; sağlık hizmet sunucuları arasında hemşire ve hekim vurgusu ile kurulan sendikaların ve geçmişten beri varlığını sürdüren bazı meslek örgütlerinin söylevlerinde “siyaset üstü, siyaseti karıştırmayan, siyasi taraf olmayan” gibi söylevler ön plana çıktı ve politik söylevlerin hak arama mücadelesine zarar verdiği bu örgütlerce iddia edildi. Oysa yazının başından beri görüldüğü üzere her yol bizi siyaset kurumuna ve onun uygulamalarına götürmekte. Hal bu iken oldukça alıcı bulan apolitik olma iddiası ya da olması gerekenin apolitiklik olduğunu savunmak, özde takınılan en politik tavırdır. Görünen o ki apolitik olma söylevi ile takınılan bu politik tavır, bizleri doğru soruları, doğru yerlere sorma yetisinden mahrum edecek ve çözümden biraz daha uzaklaştıracaktır. Bu saptamayı da yaptıktan sonra sıra politika üreticilere kendimiz, mesleğimiz ve toplumun sağlığı adına bulduğumuz cevapları ve bizi bu cevaplara götüren sorularımızı nasıl duyuracağımıza geldi. Bu konuda da meslek örgütlerimiz ve meslektaşlarımız içinde tam da bu apolitiklik üzerinden yürütülen politik tavra uygun olarak lobicilik faaliyetlerine önem verilmesi gerektiği vurgusu ön plana çıktı. Peki lobicilikle elde edilebilen çalışan hakkı var mıdır? Tarihte bugüne kadar çalışanların ya da haksızlığa uğrayanların bir tane örneği yoktur ki lobicilikle kitlesel olarak bir kazanım elde etmiş olsun. Aksine insanlık tarihi boyunca elde edilen bütün haklar, hak gaspına neden olan politikalara karşı birlikte verilen mücadele ile olmuştur. Klasik anlamda kölelik Spartacus ve onun gibi köleliğe karşı direnen binlerce insanın mücadelesi ile sona ermiş, çalışanların sanayi toplumundan bu yana yaptıkları eylem ve grevlerle çalışma saatleri düşerek ücretleri görece iyileşme sağlamıştır. Kaldı ki günümüzün en güçlü siyasi erki olan A.B.D. başkanlarından Obama bile, sağlıkta reform ile ilgili bir yasayı meclisten geçirebilmek için kamu çalışanlarını greve davet etmiştir.

Sonuç olarak eğer işimizi daha iyi yapabilmek ve mesleğimizin saygınlığını arttırmak ve sorunlarımıza çözüm bulmak istiyorsak, doğru soruları hem kendimize, hem meslek örgütlerimize sormalı, cevaplarını aramalı, bu cevaplara ulaşabilmek için başta hemşireler olarak meslektaşlarımızla, sonra toplumun sağlığı için kaygılanan diğer paydaşlarımızla birlikte hareket ederek bu ülkenin hem sağlık hem de sağlığı etkileyen bütün politikalarında söz sahibi olacak bir mücadeleyi örgütlemeliyiz. Unutulmamalı ki bozuk düzende sağlam çark olmaz.



Yorumları görüntülemek için giriş yapmalısınız.