Kamusal İşçi Sağlığı ve Güvenliği Hizmet Sunum Modeli

Türkiye’de emekten yana ortamlarda “kamusal bir işçi sağlığı ve güvenliği hizmet sunum modeli” uzun yıllardır tartışılagelen bir başlık olmuştur. 6331 Sayılı Yasanın onuncu yılını doldurması, Yasanın işçi sağlığı alanında sorunları çözmekten uzak kalması, Cumhuriyetin yeni bir yüzyıla hazırlanıyor olması gibi sebeplerle, “kamusal bir işçi sağlığı güvenliği” modeli tartışmalarının yoğunlaştığı görülmektedir.

6331 Sayılı Yasa çıkarken, yasayı hazırlayanların Yasayı savunurken en çok söyledikleri cümlelerden biri “İSİG alanına has, müstakil bir yasa olmasıydı”. 6331 Sayılı Yasanın, alana ilişkin müstakil bir yasa ihtiyacını karşılamakla birlikte, bugün itibarı ile tarafların hiçbirini memnun edememiş olduğu anlaşılmaktadır. Yasayı hazırlayanların o dönem bir diğer bayraklaştırdığı cümle, “Yasanın tüm çalışanlara” uygulanacağıydı. Oysa Yasanın tüm çalışanlar için uygulanma hedefi yönetsel erk tarafından her defasında ertelenmiştir.

6331 Sayılı Yasa ile “işçi sağlığı ve iş güvenliği alanı” (İSİG) “Ortak Sağlık Güvenlik Birimlerine (OSGB)” taşeronlaştırılmış, piyasanın koşullarına terk edilmiştir. Bu taşeronlaştırma uygulaması 4857 Sayılı Yasanın vasatına kurulan 6331 Sayılı Yasanın ruhuna gayet uygun görünmektedir. Ancak bu uygulamaların işçi sağlığı ve güvenliğine olumlu bir katkı sağlamadığı gibi, alanı daha geri bir noktaya taşıdığı görülmektedir.

6331 Sayılı Yasa gerekçesinde, iş kazalarının bu yasanın öngördüğü modelle azaltılacağı, meslek hastalıklarının ortaya çıkartılacağı söyleniyordu. Son 20 yılda 30 bine yakın işçi bu ülkede iş kazalarından dolayı hayatını kaybetti. Meslek hastalıkları zaten tespit edilemiyordu, yasadan sonra da durum pek değişmedi. Türkiye açısından, meslek hastalığı tanı ve tazmin süreçleri ile ilgili sayısal bilgiler kamuoyu ile tatminkâr düzeyde paylaşılmamaktadır. Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) ve Dünya Sağlık Örgütü (WHO) verilerine göre, Türkiye’de yılda 3000-4000 arasında meslek hastalığı tanısıyla hayatını kaybeden işçinin kaydı olması gerekir. Yine benzer sayıda çalışanın uzun çalışma saatleri sebebiyle hayatını yitirdiğini düşünebiliriz. Oysa Türkiye’de yılda tespit edilen meslek hastalığı sayıları neredeyse sıfıra yakındır ve bu durum işçi sağlığı sistemimizin “iyi” bir durumda olmadığını göstermektedir.

Bugün itibarı ile ülkemizde İSİG hizmetleri -niceliksel olarak- ekseriyetle OSGB’ler (Yasa sonrasında kurulan yüzlerce firma) tarafından sağlanıyor. 6331 sayılı yasa ve öngördüğü OSGB temelli hizmet sunumu modelinin -birkaç iyi sayılabilecek örnek dışında- hem işçi sağlığı açısından hem de OSGB’lerde çalışan işgücü açısından çözümlere değil, aksine yeni ve daha büyük sorunlara yol açtığı ortadadır.

“İşyeri hekimleri” ve “iş güvenliği uzmanları” OSGB’lere bağlı çalışmalarda, taşeron işçisinden öteye kiralık işçi tanımlamasını yapacağımız bir çalışma ilişkisi içerisinde birkaç patronlu bir çalışma yürütmektedirler. OSGB çalışanlarının bugün en önemli gündemleri çalışma koşulları, özlük hakları, ücretlerinin yetersizliği, iş güvenceleri vb. konulardır. OSGB’ler üzerinden hizmet veren İşyeri hekimleri, iş güvenliği uzmanları ve diğer çalışanlar; işçi sağlığı bağlamında emeğin koşullarının düzeltilmesi açısından anlamlı katkılar kayabilecek koşulara sahip değildirler.

İş güvenliği uzmanları ile işveren arasında bir iş sözleşmesinin olması işverene karşı kişisel bağımlılık yaratmıştır. İşlerini yaparken ve karar alma mekanizmalarında iş güvenliği uzmanları kimi zaman bağımsız karar alamamaktadır. İşi durdurma yetkisi olan bir uzmanın işveren ile bir bağımlılık ilişkisinin olması denetim ayağının aksamasına neden olmuştur.

6331 Sayılı Yasayı çıkartırken, egemenlerin amaçlarının esas olarak şunlar olduğu anlaşılmaktadır:

  1. İSİG alanını küçük ölçekli sermayeye bırakarak yeni bir sermaye birikimi alanı oluşturmak,
  2. Alandan kamuyu çekmek, devletin düzenleyici konuma geçmesi,
  3. Sermayenin/patronların İSİG alanına ödedikleri ücretleri düşürmek ve hukuki sorumluluklarını ortadan kaldırmak (Ya da yeni sorumlular yaratmak),
  4. Meslek örgütlerinin alandaki gücünü kırmak. 
  5. AB uyum sürecine yönelik adımlardan birini atmak. ( Yasanın çıktığı dönem için geçerli bir gerekçeydi)

Bu hedeflerin hepsinin neo-liberal çerçeve içinde olduğu görülmektedir. Neo-liberal yaklaşımın doğasında, profesyonel mesleklerin özerkliklerini ortadan kaldırmak, onları proleterleştirmek gibi bir eğilimi vardır. Neo-liberal dönemin tartışmalarından birinin de “prekarya” tartışmaları olmasının sebebi burada aranmalıdır. Öte yandan devletin kamu hizmetlerinden çekilmesi (dümen tutan devlet) ve kamusal alanların sermayeye terk edilmesi de neo-liberal yöntemlerin alamet-i farikalarındandır.

Yasa ile kamunun denetleyici bir konuma geçmesi planlanıyordu. Ancak alanda denetleme eksikliğinin açık olduğu, denetlemelerin görece İSİG faaliyetlerini daha iyi yerine getiren, kurumsal firmalara -usulen- yapıldığı görülmektedir. Bu dönem içinde geliştirilen “İSİG Katip” dijital uygulaması, ne yazık ki maruziyetlerin, meslek hastalıklarının ortaya çıkarılması için değil, İSİG çalışanlarının takibi için kullanılmıştır. 

Temel olarak kamucu sağlık sistemini savunan bir eksene yerleşen mesleki ve sendikal örgütlerin, işçi sağlığı konusunda bugüne kadar kamusal bir hizmet sunum modelini yaygın olarak tartışmaya yeterince açmadığı anlaşılmaktadır. İşyeri hekimleri ve iş güvenliği uzmanlarının işverene bağlı, bireysel sözleşme ile hizmet vermesi; onların işçilerin daha çok yanında/içinde, emek sermaye çatışmasının bir tarafı olarak düşünülmüş olmasından dolayı tercih de edilmiş olabilir. Ancak; 

  • Bireysel sözleşmelerle çalışan işyeri hekimleri ve iş güvenliği uzmanları, görev yaptıkları şirketler tarafından beyaz yakalı çalışan olarak kabul ediliyor; böylece işçi sınıfının içinde ayrışmalara sebep olan kapitalist sistem taktiklerine muhatap oluyorlar. İşçi sınıfının beyaz/mavi ve benzeri ayrımlara tabi tutulması, parçalara ayrılan işçi sınıfının üretim üzerindeki denetimini törpüleyen bir mekanizmaya dönüşüyor. 
  • İşkolu sendikacılığının getirdiği kısıtlamaların etkisi ile işyeri hekimleri işçilerin grevlerine/direnişlerine katıl-a-mamışlardır.
  • İşyeri hekimleri ve iş güvenliği uzmanları (Genellikle emekten yana bir niyet taşıyarak) emek sermaye arasındaki gerilimleri yumuşatan, “işin devamını/işin sağlığını” gözeten bir rolü üstlenmişlerdir. 
  • Bireysel sözleşme ile çalışan işyeri hekimlerinin genel olarak yoğun poliklinik hizmeti verdiği (OSGB üzerinden çalışanlarda da benzer bir durum söz konusudur) , işyerinde insan kaynaklarının bazı süreçlerinde görev aldığı, işyeri hekimliğinin asıl odaklanılması gereken işlerin ikinci planda kaldığı görülmektedir.
  • Bireysel sözleşme ile çalışan işyeri hekimlerinin asgari ücretleri meslek örgütü tarafından belirlenirken (Son dönemde meslek örgütünün bu konudaki kuvveti azalmıştır), işyeri hekimleri sınıfın ücret mücadelesinin dışında kalmışlardır. OSGB’ye bağlı çalışan işyeri hekimleri ve iş güvenliği uzmanları, özlük hakları sorunlarını genel olarak örgütsel mekanizmalarla çözme yoluna yönelmemiştir. 
  • Ülkemizde neo-liberal sistem ve onun emek dünyasına dayattığı rekabet ortamı işyeri hekimlerini ve iş güvenliği uzmanlarını da içine almaktadır. Bireysel sözleşmelerle çalışan işyeri hekimlerinin ve iş güvenliği uzmanlarının, performans değerlendirmelerine tabi tutulduğu, işçiyi yalnızlaştıran, güçsüzleştiren, rekabete mecbur bırakan yeni insan kaynakları uygulamalarına alet edildiği görülmektedir. 

4857 Sayılı Yasanın vasatında yapılandırılmış olan 6331 Sayılı Yasanın eksikleri, yanlışları Yasanın onuncu yılını doldurduğu bu dönemde tüm taraflarca görülmektedir. İşçi sağlığını koruyabilmek ve geliştirmek için bir “Kamusal İSİG Hizmet Modeline” ihtiyaç vardır. Böyle bir kamusal model için meslek odalarının, sendikaların tartışma yürütmesi, işçi sağlığı açısından çok değerli olacaktır. Bugün itibarı ile, İSİG çalışanları için bireysel sözleşmelerin azalmış olması, çalışanların OSGB mekanizması içinde her anlamda yaşadıkları kötü deneyim ve işçilerin aldığı işçi sağlığı ve güvenliği hizmetinin düşük, kağıt üzerinde kalan niteliği ve son kertede 6331 Sayılı Yasanın hizmet sunum modelinin hepimizin bildiği kötü sonuçları; İSİG çalışanlarının ve kurumların bu tartışma da olumlu taraf, destekleyici kuvvet olma imkan ve ihtimalini barındırmaktadır.

Metnin tamamı için tıklayınız



Yorumları görüntülemek için giriş yapmalısınız.