Gezi 2013 yazındaki haliyle değil ama değişik biçimlerde insanların özgürlük, adalet isteklerine, yaşam biçimine, emeğe, doğaya, şehre, ağaca, hayvana, börtü böceğe saygı taleplerine ışık tutmaya devam ediyor. Bunun haksız, hukuksuz yargı kararlarıyla, yurtsever insanların dört duvar arasına kapatılmasıyla boğulması mümkün değil. Darbe girişimi, Otpor, şu bu, Gezi’ye takılmak istenen kulpların hiçbiri tutmadı.
Gezi denince akla gençler, rengârenk meydanlar, dans, müzik, çadırlar, dayanışma, ağaçlara sarılmış insanlar, duran adam, orantısız zekâ, yeryüzü sofraları geliyor. Başka? Polis şiddeti, biber gazı, hedef alarak ateşlenen gaz kapsülleri, içine tahriş edici kimyasallar katılmış sular püskürten TOMA’lar, akrep denilen zırhlı araçlar, hala doğrulanamayan “camide içki içtiler”, “Kabataş’ta başörtülü bacıma saldırdılar” söylemleri…
Gezi’nin çok yönü var. Biz hekimler için de öyle ve mesleğimizin gereğini yaptığımızı düşünüyoruz. Peki, Gezi’de ölen gençlerin katilleri serbest dolaşırken, daha önce beraat etmiş saygın insanları aynı suçlamalarla yeniden yargılayıp bu kez ömür boyu hapis cezasına, 18’er yıl hapse mahkûm etmek, tutuklamak nedir?
Türkiye Barolar Birliği’nin açıklaması hukukçuların bu hafta açıklanan mahkeme kararına dair yaygın kanaatini yansıtıyor: Gezi davası kararı kara lekedir. Yargıyı Gezi Parkı eylemlerini itibarsızlaştırmak, suçla ilişkilendirmek ve öç almak için kullanmaya çalışmanın göstergesidir.
Bu davanın mahkeme ve temyiz süreçlerinin hâkimlerinden de siyasi görüşleri, kişisel durumları ne olursa olsun her şeyden önce mesleklerinin gereğini yapmalarını bekleme hakkımız yok mu?