Eczacılar Eyleme Gidiyor: İlacı Zehirden Ayıran Dozudur, Ya Korku?

Eczacılık fakültelerinde Toksikoloji kitapları, mesleği icra ederken temel düsturlarımızdan olan "ilacı zehirden ayıran dozudur" sözüyle başlar. Korku da öyle. Makul dozu kişinin hayatta kalmasına yarayacak bir savunma mekanizmasıyken fazlası içten içe çürütür insanı. Kendi benliğine yabancılaşan insan, posasıyla kalır. Posasıyla yaşamaktansa, geçici olan korkuyla dik durması yeğdir. 

Eczacılar 16 Ekim'de Ankara'da Büyük Eczacı Mitingi'nde buluşacak. Eylemlilik deneyimi pek olmayan, en son büyük mitingini 14 yıl önce yapmış bir meslek camiasının mensupları olan eczacılardan bazıları bu eyleme giderken bazı korkular yaşıyor olabilir. Bu yazı, aslında bu korkular üzerine düşünmeye davet yazısı..

2012 yılında çıkan yönetmelik ve artan fakülte sayıları nedeniyle eczacılık öğrencilerinde her geçen yıl artan geleceksizlik duygusunu çokça gözlemliyoruz. Eczacılık fakültelerinde kariyer günlerine gelen birçok "absürt" tipin nesneleşmelerini telkin edip, birbirlerinin üstüne basarak yükselmelerini tavsiye etmelerini mi dinleyecek eczacılık öğrencileri, yoksa özneleşip kendi düşüncelerini meydanlarda mı dile getirecekler?

Kamu eczacıları, "Beyaz Reform" adıyla emekleri yok sayılan adaletsiz düzenlemeye dair sosyal medyada ses yükseltiyor günlerdir. Eminim onlar da çok rahatsızdır yok sayılmaktan. Ülkenin dört bir yanındaki hastanelere 3-5 kişi serpiştirilerek yalnızlaştırılan kamu eczacıları "ya başımıza bir iş gelirse" diye yaratılan komplo teorilerine mi teslim edecek emeklerinin karşılıklarını, yoksa "emeğimizin hakkını istiyoruz, hastanelerden meydanlara akınca gücümüzü göstereceğiz" diyerek birbirine mi kenetlenecek?

Akademide durum farklı mı? Eczacılık eğitiminin parçası olmayan bilimlerden kadroların arasında sıkışan eczacı akademisyenler öğrencileriyle kolkola bulunmayacak mı biliminin icracılarıyla ortaklaşan mücadelede?

13 yıldır değişmeyen İFK'nın götürüleri ve artan giderler arasında boğuluyor serbest eczane eczacıları. Birçoğu ekonomik dar boğazda. Şimdi bu dar boğazda debelenenlerine, diğer meslektaşları "3-5 kuruş az kazanayım, bana dokunmayan bin yaşasın" diyip yoluna yoldaşlık etmeyecek mi?

Farklı bir dönemden geçiyoruz. Hakkını talep etmedikçe her geçen günün bir öncekini arattığı. Böylesi günlerde özneleşemeyen yetişkin nesneleşerek çürür. Sözünü söyleyemeyen insan, ortalıkta dönen pesimizme kulak kabartır. Ortalamacılığın içinde kendini seyrelterek yaşayanlar, yaşama çeşnisi çalamadan köhneleşir.

Aşağıdaki dosyaya bir resim iliştiriyorum. Ünlü gerçekçi ressam İlya Repin'in 1870-73 yılları arasında resmettiği "Volga Kıyısında Burlaklar" adlı eserini. Resme baktığınızda emekleri sömürülen emekçilerin ruhsuz bir "görev bilinciyle" gelecekten umutlarını kesmiş halde çalıştıklarını görüyoruz. Aralarından genç olanıysa kafasını kaldırıp ufka bakıyor "Buna mecbur muyuz? Başka bir şey de mümkün olabilir" dercesine. 

16 Ekim'de Ankara'da, resimdeki o genç gibi başımız dik, boynumuzu eğmeden haklarımızı talep edeceğimiz meydanda buluşmak dileğiyle...


Yorumları görüntülemek için giriş yapmalısınız.