BİR ACI GİTMEK MESELESİ

Bir süper gücünüz olduğunu hayal edin; görünmeden ülkenin dört bir yanında fakültelerde, parklarda, kafelerde bir araya gelmiş gençlerin konuşmalarına hatta kütüphanelerdeki fısıldaşmalarına misafir oluyorsunuz. Duyacaklarınız ne olurdu? Ben size söyleyeyim; 100 gençten 76’sının* “ah bu ülkeden bir gidebilsem” dediğini duyacaktınız. Gidebilmek için neler yapılması gerektiğinin, gidenlerin neler yaşadıklarının konuşulduğunu duyacak; artık ülkemizin bir gerçeği olan beyin göçünün birçok boyutuna şahit olacaktınız. Maalesef böyle bir süper gücünüz yok ancak beyin göçünü görmezden gelecek, burun kıvıracak lüksünüz de yok. Kendi içinde, kalmak ya da gitmek savaşını yaşayan bir üniversite öğrencisi olarak beyin göçüne bir de bizim açımızdan bakmanızı sağlayabilirsem bu yazı amacına ulaşmış olacak.

   TDK beyin göçünü “ileri düzeyde donanıma sahip olan kişiler ve bilim insanları ile uzmanların bir başka ülkede yerleşip çalışmak amacı ile kendi ülkelerinden ayrılması” şeklinde tanımlıyor. Kendi ülkelerinden… Doğup büyüdükleri, dilini konuştukları, anılarının ve sevdiklerinin olduğu ülkelerinden… Peki neden en iyi şartlarda dahi yıpratıcı bir süreç olan göçü tercih ediyor, arzuluyoruz? Gitmek istiyoruz çünkü bu ülkede artık gelecek göremiyoruz. Cahilliğin ve niteliksizliğin yüceltildiği, şımartıldığı; eğitimin, eğitimlinin hor görüldüğü bir dönemden geçen ülkemizde kendimizi gerçekleştiremiyoruz. İhtiyaç duyduğumuz özgür tartışma ortamı ve fikir özgürlüğü, liyakatin üstünlüğü, mesleki tatmin hayatlarımızdan çok uzak. Bu eksiklerin birer sonucu olarak bin bir uğraşla mesleğimizi yapmaya çalışırken kanıtsız, dayanaksız çok ağır cezalar alabiliyor, mesleğimizden olabiliyor hatta görev başında ağzından köpükler saçan cehalet tarafından öldürülebiliyoruz. Biz sadece sakinlik ve huzur içinde kendi alanımıza odaklanmak istiyoruz. Bu süreçte önümüze birçok engel çıkıyor. Can güvenliği, sosyal adalet ve liyakat eksikliği, demokratik haklarımızdan yoksun oluşumuz, hukukun üstünlüğü yerine üstünlerin hukukuna maruz kalmamız, ekonomik şartlar altında ezilmemiz ve daha sayılabilecek bir sürü şey. Ülkede, açıkça görüleceği üzere hasar her alanda çok büyük ve giderek büyümekte. Üstelik bu hasarı onarmak, büyümesini engellemek için attığımız her adımda farklı bir engel karşımıza çıkarılmakta. Biz ülkemizde bu hasarın yakın zamanda tamir olacağına, güzel günlere dair umudumuzu kaybetmiş durumdayız. Anlayacağınız biz ne vatan hainiyiz ne de korkağız sadece mecbur bırakıldığımız umutsuzluk nedeniyle gitmek istiyoruz. Amin Maalouf’un Doğu’dan Uzakta romanında dediği gibi “Her insanın gitmeye hakkı vardır, onu kalmak için ikna etmesi gereken ülkesidir.”


Yorumları görüntülemek için giriş yapmalısınız.